Sarraf Hovannesyan ise 19. yüzyılın başında kaleme aldığı İstanbul Topografyası’nda, “Sarıyar’ın havası ve suyu hastalar için çok iyidir” dedikten sonra şöyle devam eder: “Vaktiyle, Sarıyar vadisinde, birbirinden az mesafede üç manastır bulunmuştur ki hâlen mevcut Kestanesuyu, Gümüşsuyu ve Fındıksuyu denilen sular, mezkûr manastırların ayazmaları idi. Bunların yakınındaki bir havuzun içinden fışkıran Hünkârsuyu da, eski bir manastırın ayazması idi.”
Ahmet Rasim’in “oraya Sarıyer denileceğine suluyer denmeliydi”3 dediği bu sular, esas olarak beş tanedir: Hünkâr, Şifa, Fındık, Kestane ve Çırçır. Dağlarda ve eteklerinde kaynayan bu sular, İstanbul ahalisinin sıcak yaz tatil günlerinde vapurlara binerek akın akın Sarıyer’e gelmelerine neden olurdu. Sermet Muhtar Alus anlatıyor: “Cuma ve Pazar günleri Sarıyer’e yanaşan vapurlar tıklım tıklım müşteri indirir, oraları Sırat köprüsünün başına döndürürdü.
Bu sular arasında Hünkâr Suyu öne çıkar. Selahattin Güngör, Yeni Mecmua’da Hünkâr’a methiyeler düzer: “En tatlı tabiat renklerinden örülerek set set vücude getirilmiş bir dağbaşı tahtı: İşte Hünkâr Suyu… Güneşin yüzü, burada daima yeşil bir peçe ile saklıdır. Bağdatlı bağrı yanık Fuzulî, Hünkâr suyunu görseydi, muhakkak ki meşhur ‘Su’ redifli gazelini, gelir bu nefis dekorun içinde yazardı.” Hünkâr Suyu’nun isim babası, rivayete göre IV. Murat’tır. Bu efsaneyi Güngör şöyle aktarıyor: “Bir gün kiraz bağlarından geçerken kesif bir kestane ormanının ara yerinden [padişahın] kulağına bir su şırıltısı gelir: ‘Baka be!’ diye maiyetine seslenir, şu akar sudan bir tas doldurup getirin!.. Tası doldurup sunarlar, pek hoşuna gider. Ve o günden sonra fırsat buldukça, bu suyun başında kuzu püryanları çevirterek, âhu bakışlı dilberlerin dudaklarından akan renge; şarabını katık ederek, sazlı, sözlü, meyler, heyheyli demler geçirmeye başlar. Gel zaman, git zaman suyun adı da Hünkâr suyu olarak kalır.”
***
Hünkâr Suyu’nda 1930’lu yıllarda her cuma ve pazar günleri müzik olurdu. Hafız Bey idaresinde İnce Saz Heyeti ya da “7 kişiden mürekkep ince saz heyeti: Kemani Bogos, kemani Hrant, udi Hırant, hanende Hafız Saim ve Veli beyler, hanende Mari Hanım, hanende Nevzat Hanım.” 1933 yılında yayımlanan bir ilandan burada “güzide muganniyeler Behire Ziver ve radyo sanatkârlarından Seniye hanımların iştirakile Beylerbeyi Musiki Heyeti’nin ailevi konserleri”nin yapıldığını öğreniriz. Daha eskisini ise Semih Mümtaz S. anlatır: “Bizim gençliğimizde, hatta Meşrutiyet’in ilanından sonra (1908), İstanbulumuzda umumi saz fasılları sahnelerde verilmezdi” der. Peki nerelerde verilirdi diye sorulunca da şu cevabı verir: “Meraklılar bunu yazları ve kışları kahvehanelerde, tiyatrolarda ve kıraathanelerde, mesirelerde dinlerlerdi. Şehzadebaşı’ndaki merhum Fevziye Kıraathanesi, Çırçır ve Hünkâr sularının bahçemsi gibi yerlerinde vesaire; şunun, bunun saz takımları icrai ahenk ederler, halkı arkalarından koştururlardı. Meşhurları da şunlardı: Kemani Bülbül Salih ve Memduh efendilerle, Tatyos efendinin saz takımları gibi.”
Yazı ve Fotoğraflar: Gökhan Akçura
Yazının devamı için: