Deniz Çakır’la Sumru Yavrucuk’la birlikte oynadıkları, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği Tatavlada Son Dans isimli oyunlarından hemen önce kulislerinde buluştuk, tiyatro ve dizi setleri arasında geçen hayatını, sinemamızda kadının yerini, edebiyatı, kırtasiye sevgisini ve İstanbul’u konuştuk.
Bir proje geldiğinde başka kriterleriniz ne oluyor?
Senaryonun bütünü çok önemli ama artık şuna da bakıyorum ben: Ben bir kadın oyuncuyum. Bana gelecek hikâyenin bir kadın hikâyesi olması gerekiyor. Dünyayı kadınların değiştireceğine inanıyorum. Kadını o senaryodan çektiğinde hikâyenin devam edemeyeceği hikâyelerin peşindeyim. Eskiden kadınların ismi bile yoktu dizilerde, bilmem kimin karısı, bilmem kimin şusu gibi roller çok gördük. Kadının hikâyesi ön planda olmalı. Bir macerası olsun, bir dönüşümü olsun… Ha “bu bir dizi, ne fark yaratabilir ki” diyenler de olabilir ama bakın hayatın tatlı bir oyunu: Son oynadığım dizi Masumiyet’ti. Bir sahne vardı, anne kızına Kadının Adı Yok kitabını hediye ediyordu. “Bu da dönemin feminist yazarlarından biri” diyordu karakter, ama biz o sahneyi çok güzel işledik. Ona gerçekten doksanlarda bir kitap okuduğumda yaptığım gibi ilk sayfasına tarih attım, adımı yazdım. Böylece kitabı sahnede öne çıkardık, küçük bir sahne olsa da insanlar onu konuştular, birileri Duygu Asena’yı araştırdı. O nesilden benim kızımı oynayan jenerasyondan birileri de araştırdı ve bir sonraki işim Duygu Asena’nın Aslında Özgürsün’ü oldu.
Bugüne kadar oynadığınız karakterlerden özellikle oynamaya doyamadığınız bir tanesi oldu mu?
İffet’i çok sevdim ben. Tuhaf, diğerlerinden belki bir tık daha az ses getirmiştir. 41 bölüm sürdü. Şimdilere göre uzun tabii ama Yaprak Dökümü’nün beş sene sürdüğünü düşündüğünüzde ona göre kısa kaldı. Çok içselleştirip oynamıştım. Klasik Türk filmlerinden birinin uyarlamasıydı. Toplumsal içerikli bir yanı da vardı. Faruk Teber tecavüz sahnesini o kadar zarif ve naif bir anlatımla çekti ki… Televizyonda bunu gösteremeyiz yüzünden değildi. Gerçekten sanat, anlatım biçimleri orada devreye girdi. Arabaya dayama sahnesini görüyoruz. Ama yağmur yağdı ve o sırada bir papatya kırıldı. Yağmurla birlikte çamurların içinde bir papatya… Bak tüylerim diken diken oldu yine.
Hem fikirsel olarak hem duruş olarak televizyon dünyasındaki diğer oyunculara benzemiyorsunuz. Kendinizi o dünyada biraz yabancı hissediyor musunuz?
Ben dizi oyuncusu tiyatro oyuncusu diye ayırmıyorum. Bunu bir görev olarak yapmadığım için. Bir haksızlık görürsem buna ses çıkarırım, bu benim yapımda var. Bu kadar da hiçbir şey yokmuş gibi davranılmasını sahtekârca buluyorum artık. Ve benim zaten son dönemde kendi mesleğimden ve diğer alanlardan insanlarla ilgili bağım çok zedelendi. Çünkü bu yapaylık, sadakatsizlikler, bu maskeler beni çok çok yoruyor. Çok az benim insanım kaldı. Yalandan ses çıkarıp aslında korkularından hiç ses çıkarmamaları. Bu kadar her şeyden korkarak yaşayan bir insanın mutlu olma olasılığı yok ama hepsi gördüğün gibi harika filtrelerle süper mutlu hayat profilleri çiziyorlar. Bu çok ıstırap verici. Ben de bu insanlarla çok iletişim hâlinde olmak istemiyorum ne yalan söyleyeyim.
Röportaj: Doğu Yücel