1973’te Refahiye’den Küçükyalı’ya taşındığımız yıllarda, Küçükyalı Kartal’a değil de Kadıköy’e bağlıymış gibi gelirdi bana semt halkının alışveriş ve gezinti alışkanlıklarından ötürü. Olağan durumlarda semt pazarının yanı sıra istasyon karşısında küçük bir pasajda bulunan dükkânlara gider, ancak ayakkabı ve palto alacakları zaman Kadıköy’ün yolunu tutarlardı. Büyük Yol Sokak’ta bulunan Gülgün Apartmanı’nda oturuyorduk, etrafımız hanımeli ve leylak kokusu yayan bahçeli evlerle çevriliydi. Komşularımız sebzelerini, Atatürk Caddesi’nden Mektep Caddesi’ne uzanan bir alanda bulunan Hasan amcanın bostanından alırdı; biz de onlara katıldık. Kadıköy’e sadece alışveriş için de gidilmezdi hoş. İş veya eğitim için “karşıya,” İstanbul’a geçenlerin bir kısmının güzergâhıydı ilçe, şimdi de olduğu gibi.
Küçükyalı üç caddeyle bölünmüştür, denize yakın Bağdat Caddesi’nin hemen aşağısında elbette semte adını veren yalılar, çay bahçeleri ve Lido Plajı yer alırdı o yıllarda. Minibüs yoluyla D-100 arasında yaşayan bizler, Çınarlıyalı Mahallesi sakinleri, sıcak yaz günlerinde, akşama doğru deniz kenarına iner, Çamlık ve Yalıpark gibi mekânlarda çay veya gazoz içerek, dondurma yiyerek vakit geçirirdik. D-100’ün aşağısında geniş bir yer tutan, Karayolları’na ait yeşil arazinin yaydığı serinlik hissedilirdi mahallemizde. Aynı saatlerde ailece veya eş dostla gidilen yerlerden biri de 50. Yıl Parkı’ydı. Komşu ve akrabalarımız arasında Bostancı’daki Kadınlar Plajı’na gidenler olurdu.
Mevsim dönümlerinde, manto veya ayakkabı almak için Kadıköy’e doğru yola çıkardık ailece. Babamın bir tanıdığına ait mağazadan taksitle alışveriş yapardık ve ben seçimlerimi kısıtlayan o mağazaya ayaklarımı sürüye sürüye giderdim. Bahariye Caddesi’nin girişinde, sol tarafta bulunan pastaneden Alman pastası alırdık anneme, 80’lerde. Dersu Uzala, Çağrı, Fil Adam, biraz daha yukarıda, yine solda kalan Süreyya Sineması’nda izlediğim filmlerden aklımda kalanlar. Galiba 90’ların sonlarında yönümüzü Maltepe’ye doğru değiştirmeye başladık ki daha önce sayılıydı gidişimiz. Yeni Devir’de yazmaya başladığımda, bir yazı için Maltepe Huzurevi’ne gidip sakinleriyle görüşmüştüm, 1981’de.
Aynı tarihlerde Aydınevler’deki hiçbir altyapı hizmetinin verilmediği gecekondu bölgesine de gidip röportajlar yapmıştım. Kadıköy’e elbette hâlâ gidiyorduk, hep gidecektik. Oradan geçerken uğrayacak bir yerler, bir buluşma sebebi hep bulunurdu. 80’lere doğru, Haydarpaşa tarafındaki et tanzim satış mağazasının önüne gidip kıyma aldığımızı hatırlıyorum. Üniversite öğrencisi olduğum dönemde, sıklıkla, her adımda Gurbet Kuşları sahneleri keşfettiğim Haydarpaşa Garı olurdu güzergâhım. 2000’lerin ortasında daha sık gitmeye başlamıştım Maltepe’ye. Tesettürlü kadınlara uygun tunikler ve penye şalların satıldığı butikler vardı caminin yanındaki sokaklarda. Dilay’dan taksitle alışveriş yapabilirdik. Cadde üstünde, beğenime uygun ayakkabıları bulabildiğim bir mağaza keşfetmiştim. Bu mağazalara yolum düştükçe yine girip bir bakınırım. Gelgelelim, buluşmalar için Kadıköy kadar elverişli değildi Maltepe, hâlâ değil. Hangi mekânlar vardı Küçükyalı’da? Teravih namazına gittiğimiz Merkez Camisi, babamın iş dönüşü uğradığı istasyon kahvesi, Ufuk Duygun’un Ahmet Kutsi Tecer Sokağı’nda bulunan kitap kırtasiye dükkânı, minibüs yolu üstündeki, semtin en eski alışveriş mekânlarından biri olan Koşarlar Mağazası, Besnik Saray mağazaları, bu binanın birinci katında yer alan MTTB şubesi, Talay Çarşısı, Adnan Kahveci Caddesi girişindeki gelişerek çevreye yayılan park, Selamoğlu Pasajı, Mektep Caddesi üstündeki Yetiştirme Yurdu, aynı caddede 90’lı yıllarda birbiri ardı sıra açılan ikinci el eşya satan dükkânlar…
En işlek alışveriş mekânları, D-100’e bağlanan Atatürk Caddesi üzerinde artık. Aydınevler’e açılan Hill Town AVM, semtte pek çok esnafın kepenk kapatmasına sebep oldu. Minibüs yolu Pendik’ten doğru gelip Kadıköy’e uzanıyor hâlâ aynı şekilde ama yolcu yükünün önemli bir kısmı D-100’e intikal etmiş görünüyor. Yalıların yerini alan devasa parklar ve yürüyüş yolları bir bakıma Cumhuriyet’in kıyılara ulaştığının habercisi değil mi… Pek çok bahçeli ev apartmana dönüşse de, binalar arasındaki mesafe ve kat sayısı kuralları ihlal edilmediği için, iki cadde arasındaki doku eski günlerin ferah havasını hissettirirdi, yakın tarihlere kadar. Şu var ki bütün semtleri birbirine benzetiyor inşaat tozunun kara büyüsü… Ne diyordu Macbeth’in girişindeki üç cadı? “İyi kötüdür kötü de iyi, siste pis havada buluşalım…”
Yazı: Cihan Aktaş
Kaynak: İst Dergi
Bu içeriğe benzer daha birçok içeriğe ulaşabilmek için İst Dergi’yi takip edebilirsiniz: https://www.istdergi.com/