Sizin sesinizi, şarkılarınızı ilk kez dinlediğimde “neo-arabesk” bir tat aldım ki bu tanım zaten daha önce sizin için yapılmış. Hatta menajeriniz “Akdeniz arabesk” tanımlamasını bulmuş. Evinizde kimleri dinleyerek büyüdünüz?

Evimizde hiç arabesk yoktu. Ben türkü dinleyerek büyümüş bir çocuğum. Baba tarafım Alevi olduğu için hâliyle bütün akraba ziyaretlerimizde bağlama çıkarmış türkü çığıran bir amcaya denk gelirdim. Ya da yas süre.lerinde halalarımın yaktığı ağıtlara. Babam da şiir yazar, söyler bir insandır. Galiba şu anda ismimle beraber anılan “hüzün”, “keder” kelimelerinin temelleri o dönemde atılmış olabilir. Bütün araba yolculuklarımızda eşlik ederdi türküler. Sabahat Akkiraz’dı en sevdiğim ses. Sonra kendisiyle sahneyi paylaşma şansına da eriştim.

Çocuklar müziği seçtiğinde anne babaların endişesi artmaya başlar. Sizin ailenizde durum nasıldı? Sosyolog olmanızı mı bekliyorlardı?

Kariyerimi müzik üzerine kuracağımı hiç beklemediler sanırım. Memur çocuğuyum, bizde garanticilik önemlidir. Daha Baba Zula’da söylemeye başladığım anlardan itibaren “Sigortalı bir işin olaydı” cümlesiyle yetiştim ben. Şimdi sakinleştiler gerçi. Endişelerini anlamakla beraber, bu işe baş koymuş bir genç kızın ailesi tarafından desteklendiği bir senaryo nasıl olurdu, hep merak etmişimdir.

Yeni kuşak müzisyenlerin çok üretken ve bilinçli olması insana umut veriyor ama beraberinde gelen bir baskı ya da endişe durumu da oluyor mu? Bulunduğunuz yeri koruma konusuna kafa yoruyor musunuz yoksa “Hayat gelsin bildiği gibi” tavrını mı tercih ediyorsunuz?

Ben endişeli değilim, aklım başımda duruyor. Hayat bildiği gibi gelecektir elbette ama ben gardımı almak zorundayım. Baskı hissetmiyorum. Ama eğer kendime şarkı yazarı diyorsam, yazmam gerekir. Yazamamak, anlatacak bir derdimin olmaması beni endişelendirmişti zamanında. Şimdi bu yaşımda artık bunun benim işim olduğunu, ölene dek yazacağımı biliyorum. Ama müzik kariyeri benim yazmam ve söylememin dışında ciddi bir ekip çalışmasını da gerektiriyor; hele de böyle memleket koşullarında bu işi yapıyorsanız… Ekipçe gardımızı almamız gerekiyor. Keşke sadece sanat yapıyor olsaydım. İlgilenmek ve takip etmek zorunda olduğum binlerce madde var. Ama işimi seviyorum, hoşuma gidiyor.

İş konusunda en tahammül edemediğiniz şey nedir?

Çok takıntılı biriyim iş konusunda. En tahammül edemediğim şey, kendinin ve sınırlarının farkında olmayan kişiler ve sınır ihlalleri. Neyse ki bu açıdan temiz bir ekiple çalışıyorum.

Son iki yılda artan popülarite ve iş yoğunluğu beraberinde en çok hangi sıkıntıyı getiriyor? Uyum sağlamaya çalıştığınız şeyler var mı?

Sosyal hayatta beni görünce heyecanlanan insanları görünce hem hoşuma gidiyor hem de gitmiyor. Kimse beni tanımadan yürümek isterdim. Fotoğraf isteklerine “Hayır” dediğimde çok üzülüyorum. Popülaritenin beni en üzen tarafı sokakta tanınmak. Keşke tanınmasaydım.

Kaynak: İST Dergi

Söyleşi: Melis Danişmend

Röportajın devamı için:

https://www.istdergi.com/roportaj/guzel-gunler-gormek-istiyorum-gunesli-gunler