Sanat, tüm mevsimlere olduğu gibi sonbahara da eşit yaklaşır. Işığın değişmesi, renklerin parlaklığını yitirmesi ve benzeri dışsal etkiler insan olarak sanatçıyı etkilemesine rağmen sanatını etkilemez. Resimde, müzikte, fotoğrafta ve sinemada sonbahar duyarlılığı, romantizmi ya da duygusallığı sık sık işlenir. Biz bu yazımızda seçtiğimiz örnekler üzerinden Türk sinemasındaki sonbahar esintilerinden bahsetmek istiyoruz. Tabii bize göre…
YALNIZLAR RIHTIMI (1959)
Şair Attila İlhan’ın Ali Kaptanoğlu takma adıyla, ünlü Fransız yönetmen Marcel Carne’nin Le Quai des Brumes-Sisler Rıhtımı adlı filminden etkilenerek kaleme aldığı senaryosundan Lütfi Ö. Akad’ın çevirdiği Yalnızlar Rıhtımı, hayatta aradıklarını bulamamış kaptan Rıdvan (Sadri Alışık) ve çalıştığı barın sahibi tarafından sürekli hırpalanan kimsesiz Güner’in (Çolpan İlhan) hikâyesiydi. Her ikisi de hüznün en koyusuna batmış iki yalnız insan… Her ikisi de birer sonbahar yılgını…
GECELERİN ÖTESİ (1959)
İlk filmlerinde genellikle tek kahraman üzerinden hareket eden Metin Erksan, 1959 sonbaharında çevirdiği Gecelerin Ötesi’nde ilk defa olarak aynı çevreden olan, ancak değişik endişelerin, tutkuların etkisi altında hareket eden, ortak bir eylem etrafında birleşmekle beraber bu eylemin gayesine ulaştıktan sonra birbirlerinden kopan küçük bir arkadaş grubunun dramını psikososyal açıdan inceliyor. Metin Erksan, Gecelerin Ötesi’nde Türk sinemasında ilk kez toplumsal eleştiriyi en etkili şekilde yürütüp, ortak bir çevreden (mahalle), ortak bir eylemden (soygun) ve endişeye itici ortak unsurlardan (ezik bir yaşantıdan doğan bunalım, isyan etmek, toplumun geçerli olmayan kurallarına karşı çıkmak zorunluluğu) hareket ederek kişilerin psikolojik araştırmasından toplumsal eleştiriye ulaşıyordu.
SENİ KAYBEDERSEM (1961)
Atıf Yılmaz’ın 1961’de çevirdiği Seni Kaybedersem, sonbaharın en yoğun yaşatıldığı filmlerden biridir. Bir sonbahar akşamı, yaktıkları ateşin etrafında toplanan, çılgınca eğlenen gençlerden Nesrin (Nurhan Nur), tecavüze uğrar. İntihar etmeye kalkan Nesrin’i Bülent (Göksel Arsoy) adlı bir genç kurtarır ve zamanla kıza âşık olur. Bu Bülent’in ilk aşkıdır. Oysa araya annesi (Aliye Rona) girecek, oğlunu zorla zengin bir kızla evlendirmek isteyecektir. Etrafındakileri ezmekten zevk duyan despot anne, her imkâna, her istediğine sahip olan fakat sonsuz bir boşluk, bir bunalım içinde kıvranan Bülent ile tutunacak dalı olmayan, lekelenmiş Nesrin arasındaki aşka engel olamayacaktır.
AĞAÇLAR AYAKTA ÖLÜR (1964)
Memduh Ün’ün yönettiği 1964 yapımı Ağaçlar Ayakta Ölür bir başka sonbahar filmimiz. Alejandro Casona’nın ünlü oyunundan Safa Önal’ın senaryolaştırdığı filmde yaşlı bir adam (Hulusi Kentmen), hayattan umudunu kesmiş olan hasta karısı (Yıldız Kenter) ile büyük bir köşkte, kendilerini yıllar önce terk eden torunlarının döneceği günü beklemektedir. Aslında torunları bir serseridir ve nerede olduğu belli değildir. Yaşlı adam karısını mutlu edebilmek için onun ağzından mektuplar yazar. Bu arada bir hırsızlık çetesi köşkü soymak için plan yapmaktadır. Yaşlı adam karısını mutlu etmek için ona bir oyun oynar. İzzet (İzzet Günay) ve Semra (Semra Sar) adlı iki genci köşke getirip torun ve gelin olarak tanıtır…
SÜRTÜĞÜN KIZI (1966)
1966’da Ertem Eğilmez’in çevirdiği ve Fatma Girik ile Önder Somer’in başrolü paylaştığı Sürtüğün Kızı sıradan bir Yeşilçam melodramı olmakla birlikte sonbahar duyarlılığı yüksek bir filmdir. Film boyunca Rumelihisarı, Sirkeci Garı, Yeşilköy Tren İstasyonu, Tarabya Oteli, Şişli gibi mekânlar ve semtler izleyicide nostaljik tatlar bırakmakta. Ayrıca filmin son sahnesinde yağmur altında gizlice camdan kızının düğününü izleyen Tango Suzan rolündeki Fatma Girik’in oyunculuk performansı görülmeye değer.
YAŞLI GÖZLER (1967)
Ertem Eğilmez yönetiminde 1967’de çevrilen Yaşlı Gözler, iki yaşlı insanın istemedikleri hâlde ayrı düşmeleri ve çocuklarının duyarsızlıkları üzerine kurulu bir sonbahar filmi… Filmde kullanılan Üsküdar, Yıldız Parkı, Tarabya Oteli, Tarabya sahil yolu, Sirkeci Tren İstasyonu gibi mekânların 50 yılda ne denli değişmiş olduğunu görmek mümkün…
Bu yazı daha uzar gider. Türk sinemasında sonbahar duyarlılığı, romantizmi ya da duygusallığı ne saymakla ne de yazmakla biter. Burada sevdiğimiz ve sevildiğini düşündüğümüz birkaç örnekle sonbahar esintisini anlatmaya çalıştık. Yoksa gerek içinde gerekse adında sonbahar geçen o kadar çok film var ki, bunları tek tek anlatmak ancak bir kitapta toplanırsa anlam kazanacak gibi… Unutmayın sonbahar ne kadar hüzünlendirse de sinema iyileştirecektir.
Yazı: Ali Can Sekmeç
Kaynak: İst Dergi
Bu içeriğe benzer daha birçok içeriğe ulaşabilmek için İst Dergi’yi takip edebilirsiniz: https://www.istdergi.com/