Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli Kaptan-ı Deryaları arasında yer alan Kılıç Ali Paşa’nın ilerleyen yaşlarında adına bir eser bırakma gayretiyle inşa ettirdiği caminin kitabesinde dönemin ünlü şairi Ulvi’nin yazdığı şu mısralar bulunuyor: “Miri bahr anı Kılıç Ali Paşa kapudan-ı zaman Yaptı çün bu camii ola yeri darûselâm Hâtifi kutsî görüp Ulvi dedi dedi tarihini Ehli imama ibadetgâh olsun bu makam” Bu kitabe, aynı zamanda caminin 1580 yılında hizmete açıldığının delili. Kılıç Ali Paşa Camii’nin özellikleri arasında, döneminin üç büyük ismini bir araya getirmesi var. Biri, eserin banisi, “Koca Kaptan” namıyla bilinen Kılıç Ali Paşa. Diğeri, Osmanlı İmparatorluğu’nun mimari çizgisini değiştiren, dünya tarihine eşsiz eserler katan Mimar Sinan. Üçüncü isim de, eşine az rastlanır yetenekteki hattatlardan Demircikulu Yûsuf Efendi. Camiye ismini veren Kılıç Ali Paşa, kimi tarihçilere göre, İtalyan kökenli, kimilerine göre Aydın’ın denizci eşrafından. Büyük askerî başarıları yanında donanmaya kattığı yeniliklerle de döneme damgasını vuran bir isim.

“Derya üzre bir cami” yapmanın sırrı, ustasında saklı. Mimar Sinan’ın son eserlerinden biri olan Kılıç Ali Paşa Camii hem mimarisindeki incelik, hem teknik kullanımındaki ustalıkla emsalsiz bir hal alıyor. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde, 17. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’u anlatırken selatin bir camii hüviyetindeki mâbed için, “İstanbul’da başka bir benzeri yoktur” diyerek yapının Ayasofya’ya benzediğine işaret edip, mimarisi iç süslemesiyle mefruşatı hakkında bilgi veriyor. Evliya Çelebi’nin işaret ettiği bu hakikat, Mimar Sinan’ın camiyi inşa ederken Ayasofya’yı kerteriz almasından kaynaklanıyor. Eser yükselirken, deniz kenarında olmasından endişe edenlere, Mimar Sinan’ın “Mihraba iki, giriş kapısına da iki, iki tarafına da birer düz sütun koydum, cami göçse de bu sütunlar ona mukavemet eder” dediği söyleniyor. Yine cami bittiğinde ustanın “Deryalar kudursa azgın dalgalar kubbeyi aşsa yine de bu cami Allah’ın izniyle ayakta kalacak” dediği rivayeti var. Günümüze kadar büyük bir zarar görmeden gelmesiyle, ustasının yüzünü karartmamış.

Dünya edebiyatının en büyük eserleri arasında sayılan, modern romancılığın başlangıcı olarak değerlendirilen Don Quijote’un müellifi Miguel de Cervantes Saavedra’nın yolunun buradan geçtiği rivayeti camiyle beraber anılıyor. Yoksul bir çocukluktan gelen, eğitimini yarıda kesmek zorunda kalan, sonrasında bir adam öldürme suçuna karıştığı için cezaya çarptırılan Cervantes’in bu cezadan kaçmak için seçtiği yol, hayatını geri dönülmez bir maceraya sürüklemiş. İtalya’ya kaçan, burada askere yazılmak zorunda kalan Cervantes’in şansına, dönemin en büyük deniz savaşlarından biri olan İnebahtı Muharebesi düşmüş. Bu savaş, Kılıç Ali Paşa himayesindeki denizciler dışında kalan Osmanlı kuvvetleri için bir yenilgi olsa da, Cervantes’in kaderi burada da devreye giriyor. Zaten ülkesinden ayrı düşmüş şair, savaşı kazanan diğer mürettabatın aksine, kaybedenlerin arasında yer alıp sol elinden yaralanınca, beş yıllık esaret hayatı başlamış: Yine bu savaşta gösterdiği üstün başarı nedeniyle Osmanlı donanmasında ayrıcalıklı bir konuma gelen Kılıç Ali Paşa’nın İstanbul’a götürdüğü esirler arasında yer aldığına, o dönem Kılıç Ali Paşa Camii inşaatında çalıştırıldığına, gösterdiği üstün başarı nedeniyle 1580 yılında salıverildiğine inanılıyor.

İstanbul’a gelen denizcilerin ilk durağı olan, kıyısına demirlenen gemileriyle şehri selamlayan, Kılıç Ali Paşa’nın zorlukları yenme azmini, Mimar Sinan’ın dehasını, Demircikulu Yûsuf Efendi’nin eşsiz ustalığını ortaya koyan Kılıç Ali Paşa Camii uzun yıllar İstanbul halkının mesire yeri, kadınların manzarayı izlemek için geldiği bir eğlence alanı olagelmiş. Bugün deniz kenarındaki şaşaalı günleri bitse de, şehrin karmaşası içinde hatırlanmayı, İstanbul’un bu en eski semtlerinden biriyle beraber görülmeyi hak ediyor.

Yazı: Ayça Örer

Kaynak: İst Dergi

Bu içeriğe benzer daha birçok içeriğe ulaşabilmek için İst Dergi’yi takip edebilirsiniz: https://www.istdergi.com/