Ataköy Baruthanesi şehir hayatına geri döndü. 

Kadıköy Gazhanesi… Yedikule Gazhanesi… Feshane İstanbul… Yerebatan Sarnıcı… Anadolu Hisarı… Moda İskelesi… Troleybüs Kuvvet Merkezi… Botter Apartmanı… Bulgur Palas… Metrohan… Kara Surları… Haliç Tersanesi… Arkeoparklar… Türbeler… Sarnıçlar… Kemerler… Çeşmeler… Hazireler… Şimdi de Baruthane.

18. yüzyıla uzanan hikâyesiyle endüstri mirasının en önemli örnekleri arasında yer alan Ataköy Baruthanesi, İBB Miras tarafından hayata geçirilen restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmalarının ardından kamusal bir yaşam alanı olarak kapılarını açtı.

Ataköy Baruthanesi, Osmanlı Devleti’nin resmî kaynaklarında “Baruthane-i Âmire” olarak geçen bir kurumdur. Osmanlı’nın askeri ve lojistik konularına hizmet etmek için 1702 yılında yapılmışlardır. Kent içindeki Baruthane patlamaları nedeniyle, o zamanlar şehrin dışı sayılan Ataköy’deki bugünkü yerine taşınmışlardır.

Müze Gazhane’nin Bakırköy’deki versiyonu olması amaçlanan proje, Küçükçekmece, Bakırköy, Florya, Şirinevler gibi bu bölgenin insanlarını çekecek bir kültür sanat alanı olarak tasarlandı.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu atıl halinden kurtarılan baruthane ile birlikte, İstanbul’daki 942 kültür varlığını restore ettiklerini, 21 ilçede, 1315 noktada tarihi eserlere yönelik rutin hizmetlerini sürdürdüklerini vurgulayarak şöyle konuştu:

“942 kültür varlığını restore etmek, İstanbul’a ‘İBB Miras’ diye bir markayı hediye etmek değerlidir. Bunlar kalıcı kavramlar olmalıdır. Zaten attığımız her adım, yaptığımız her işi, sadece bir dönemin refleksi ya da bir siyasi adım olarak hiç görmedik. İstanbul’un ve İstanbullunun bir markasına dönüştürmeyi kendimize felsefe edindik. O bakımdan yaptığımız bu işlerin, böylesi bir hizmet alanının kesintisiz, İstanbul’da her daim devam etmesini de sağlayıcı bir mantaliteyi İstanbul’a kazandırmış olduk. Ecdadın bize hediyesi olan ve döneminin belki de halkçılık kavramının en değerli emarelerinden biri olan, mahallelerde, sokaklarda çeşmelerden su akıtmak, insanların evlerine erişen, su şebekesi olmayan bir şehirde insanların 200, 300, 400 yıl önce çeşmelerden aldıkları su ile hayatlarını idame ettirmelerinin bir simgesi. O çeşmeleri bizim İstanbul’a kazandırıyor olmamızla dalga geçen ve ‘Ecdada saygı şampiyonu’ diye tırnak içinde bizimle alay eden aklı, bugün buradan hafif sitemli, hafif alaylı, açıkçası tebessümle karşılıyorum. Açık söyleyeyim; bu küçük düşürme hamlesinden sonra, bugün gelinen noktada bizim ne kadar doğru bir iş yaptığımızı, bir yandan geçmişi hatırlatırken, o günlerin, o derinliğin İstanbul’a neler kattığının hissedilmesi altlığını İstanbul’a sunmamızın ne kadar değerli olduğunu, farklı kesimlerin de hissediyor olması ve ona dönük politikalar geliştiriyor olmalarını da keyifle izliyorum.”